Terapide Aktarım

Terapide Aktarım-REM

Hastaların terapisti, gelişimsel altyapılarında kendileri için önem arz eden ve onlara bakım veren diğer figürlerle yaşadıkları deneyimler üzerinden değerlendirmesi sürecine aktarım denir.

 Çocukluk döneminde yaşanan deneyimler; bireylerin diğerlerini bugün nasıl algıladığını belirleyen şablonlar veya şemalar oluşturur. Aktarım özetle, bireyin çocukluğunda anne, baba, kardeş gibi kendisi için önemli kişilerle yaşamış olduğu duygu ve tutumları şimdi ilişki kurduğu kişiler (hekim, öğretmen, sevgili, arkadaş vb.) ile yeniden yaşaması ve bu kişileri kendi çocukluğundaki algı ve duygulara göre değerlendirerek tepkiler göstermesidir.

Gürdal, aktarım ve karşı aktarımı; danışanın analistine karşı hissettiği bilinçdışı arzular, duygular ve analistin bunlar karşısında hissettiği bilinçdışı duyguların toplamı olarak tanımlamıştır. Özakkaş’a göre, aktarım oluşmadan bir tedaviden bahsetmek mümkün değildir. Aktarım sadece klasik analitik terapide değil her çeşit insan ilişkisinde, özellikle psiko-terapi süreçlerinin tamamında ortaya çıkabilen bir durumdur (Özakkaş, T., 2017, s:295).

Freud tarafından 1905 yılında ortaya atılan kavram, günümüze gelinceye dek önemli ölçüde evrilmiştir. Freud hastalarının onu sıklıkla çocukluklarının önemli figürlerine benzeterek algıladıklarını ve kendisiyle bu kişilerle olduğu biçimde ilişki kurduklarını gözlemlemiştir. Bu benzerliklerin çoğunlukla ebeveyn figürleri üzerine olduğunu söyler. Bu da hastaların geçmişten getirdikleri bir şablonu bugünkü duruma ‘aktardıklarını’ düşünmesine sebep olur. Ona göre aktarım, çocuklukta yaşanmış olan duyguların yinelenmesidir. Bu yineleme eğiliminin çeşitli kaynakları olabilir. Çocuklukta doyurulamamış bilinçdışı duygular, çatışmalar ve gereksinimler, yetişkin yaşamda doyum yolları arayabilirler. Terapistle ilişkide, geçmişte bağımlılık ilişkisi kurulan kişilerle yaşanan duygu ve düşünceler yeniden canlanır (Psikanaliz Yazıları, 2008, s:11). Bu ilk başlarda tedaviyi engelleyen bir unsur, hastaların geliştirdiği bir tür direnç olarak değerlendirilir. Danışanın, terapi odasında geçmiş ilişkilerini anımsamak yerine canlandırması ve eyleme dökmesi söz konusudur. Aktarım, zamanla analitik kuramın vazgeçilmez bir parçası olarak ele alınmıştır.

Başkalarını, ebeveynlerle yaşanan deneyimler aracılığıyla oluşan şablonlar içinden değerlendirmeye yönelik bu eğilim tüm yeni ilişkilere yansır. Terapi sürecinde aktarım, doğal ilişkilerde olduğundan daha yoğun ve kesintisizdir. Çoğu ilişki değişkeni gibi aktarım da soyut, belirsiz ve fark edilmez olabilir.

Danışan durumun gerektirdiğinden daha duygusal bir tepki verebilir veya terapistle ilgili dayanaksız varsayımlarda bulunabilir, süreçle ilgili gerçekçi olmayan beklentiler içine girebilir. Danışanın terapist tarafından yetersiz bulunup reddedileceğine dair inanç da bu süreçte sık görülen bir diğer durumdur. Kişi, terapisti kendini olumsuz değerlendirecek bir otorite figürü olarak görebilir. Hastada gelişecek bu tip düşünceler, kişinin geçmişte katı ve uygunsuz eleştirilere maruz kaldığının düşünülmesine neden olabilir. Hastanın hissettikleri ‘çocuğun, elini kaldırmış bir yetişkin karşısında tokat yememek için kendini sakınmasına’ benzer. Yoğun eleştiriye maruz kalan hastanın değerlendirici durumlarla karşı karşıya olduğunda otomatik ve bilinçsizce kendini hazırlaması da bu konuya verilebilecek bir diğer diğer örnek olabilir. Danışan burada kendini doğrulayan kehaneti yaşamaktadır. Reddedileceğini, olumsuz değerlendirileceğini ya da empati gösterilemeyeceğini öngören hasta, ilişkilerinde de bu olasılığı arar. Bu süreçte terapistin gözlemleri ve geri bildirimleri hastanın mevcut duruma kendisinin yapmış olduğu katkıları duygusal olarak canlı bir şekilde görmesine yardımcı olabilir. Meydana gelen iç görü, değişimin yolunu açacak deneyimsel bir nitelik taşır.

Aktarım bir taraftan çok kıymetli bir araç olarak nitelendirilirken, diğer taraftan da ciddi bir tehlike kaynağı oluşturur. Aktarım iki-değerlilik özelliği taşır (ambivalance). Anne-baba yerine konulmuş olan terapiste karşı hem olumlu, hem de düşmanca tutumları içerir.

Olumlu aktarım; bilince girebilen sevgi içeren duyguların aktarımı ve bu duyguların bilinçdışı uzantılarının aktarımı olarak ikiye ayrılır (Psikanaliz Yazıları, 2008, s:17). Aktarım olumlu düzeyde kaldığı sürece terapistin çok işine yarar, bütün terapötik süreci etkiler, hastanın iyileşmek için çizdiği akılcı amacın yolunu değiştirir. Bunun yerine terapistini hoşnut etmeye, onun sevgi ve beğenisini kazanmaya dönük bir hedef gelişir. Bu da hastanın işbirliği yapması için gerçek bir itici güç olur. Sonuçta, zayıf benlik güçlenir; hasta, başka koşullarda kendi gücünün ötesinde olabilecek şeyleri başarır; belirtiler yatışır ve iyileşme görülür. Ancak terapist de bu sürecin öneminin farkına varmalı ve alçak gönüllü davranmalıdır.

Aktarım ilişkisinde başka iki kazanç daha mevcuttur; danışan, terapisti babasının ya da annesinin yerine koyuyorsa, onlardan kazandığı üst benliğinin gücünü terapistine teslim eder.

Terapist de bu güçlü kaldıracı kullanarak, kendisine aktarılan üstbenlik sayesinde hastasına yeniden eğitim verme imkanı oluşturur. Yeni üstbenlik, anne babanın geçmişte yaptığı yanlışlıkların düzelmesini sağlayabilir. Ancak buradaki önemli nokta şudur: bu yeni etkileme gücü yanlış kullanılmamalıdır. Terapistin başkaları için bir öğretici olmadığını fark etmesi ve hastayı kendince değiştirme eğilimin yanlış olduğunu bilmesi gerekir. Yani hastanın bağımsızlığını yerle bir ederek ana-babanın yapmış olduğu hatalardan birini yinelemiş ve bu bağımlılığın yerine yeni bir bağımlılık koymuş olur. Hastanın birey olduğu gerçeğine saygı duyulması büyük önem taşımaktadır.

Hastanın kendi yaşamının bir parçasını burada, şimdi ve açıklıkla önümüze sermesi, aktarımın bir başka kazancıdır. Aktarım süreci gerçekleştiği için hasta bu öyküyü uygun ve açık bir biçimde ortaya koyar. Ana babası ile ilişkilerini yeniden üreten hasta, bu ilişkideki iki değerliliği (ambivalance) tekrar yaşar. Sevgi ile düşmanca aktarımlar yan yana bulunmakta ve sıklıkla eşzamanlı olarak aynı kişiye yöneltilmektedir. Bu olguya ‘çiftdeğerlilik’ denir (Psikanaliz Yazıları, 2008, s:17). Olumlu ve olumsuz aktarımlar; süreçte olumlu olarak başlar ve giderek olumsuza doğru evrilir. Bu da aslında yine geçmiş yaşantının bir yinelemesidir. Terapötik ilişkinin kurulabilmesi için olumlu aktarımlar desteklenir ancak süreç ilerledikçe olumsuz aktarımlar ortaya çıkar. Asıl üzerinde çalışılması gerekenler de bu olumsuz aktarımlardır.

Aktarılan duygu ve tutumlar, çocukluk çağında önemli kişilerle yaşanmış olan önemli tepkilere bağlıdır. Duruma uygun olmayan aktarım tepkileri yoğun ve aşırıdırlar. Geçmişteki bir ilişkiden yeni bir ilişkiye yer değiştirme olmalıdır. Yani hasta tepkilerinin çocukluktaki kaynağının bilincinde değildir. Yani bu tepkiler genellikle bilinçdışı olarak ortaya çıkar. Hastaların aktarım kurduğu tek nesne terapist olmayabilir. Arkadaş, sevgili, öğretmen, bir kurum, öndereler ve tanınmış kişiler de aktarım nesnesi durumuna geçebilir.

Aktarımın oluşabilmesi için terapistin sessiz kalması, fazla tepki göstermemesi ve uyaran yoksunluğu ortamı yaratması gerekmektedir.

Terapistin bu tavrı hastada bağlanma ve bağımlı olmayı kamçılar. Bu sessizlik hastada eskiden kalma içsel duyguların, dileklerin ve korkuların uyanmasına yol açar. Hastanın çocukluktan kalma birçok bağlılığı, bağımlılığı, sevgileri ve düşmanca duyguları hekime aktarılır.

Terapi sürecinde duruma uygun olmayan, yoğun ve aşırı tepkiler de aktarım belirtileri sayılabilir. Bu tip aktarım duyguları, doğrudan doğruya açıklama ya da direnç biçiminde ortaya çıkabilir. Uzun soluklu terapi süreçlerinde hastaların uzmana karşı olumlu ya da olumsuz duygular beslemesi ve bunlara göre davranış belirtileri sergilemesi doğaldır. Danışandan gelebilecek düşmanlık ya da yakınlık ifadeleri danışanın sorun alanlarını daha derin inceleme fırsatı sağlayabilir. Danışanların gerçek aktarımları, terapistle olan gerçek ilişkilerinden ziyade kendileriyle ve geçmişleri ile ilgilidir.

Ancak bu hep böyle gitmeyebilir. Bazen aktarım bir savunma ile kendini gösterir. Örneğin terapiste yönelik can sıkıcı düzeyde saygı, terapisti sürekli övmek çoğu kez olumsuz aktarım duygularına karşıt tepkilerdir. Terapiste hiçbir duygu duymamak ya da duymuyor görünmek de işleyen bir yatsıma ve yalıtma düzeneğine işaret eder.

Aktarım bir takım dirençlerle de ortaya çıkabilir. Örneğin görüşmeye gelmeme, geç gelme, unutma, suskunluk gibi direnç belirtileri aynı zamanda aktarım tepkileri olarak da düşünülebilir. Terapiste olan duyguların başka kişilerle yer değiştirmesi de aktarımın bir başka görüntüsü olarak karşımıza çıkar. Örneğin terapiste kızan hasta, sağaltımda bunları anlatacağına dışarıda başka kişilerle kavga edebilir. Terapide sevgisinin karşılıksız kaldığını düşünen hasta, bağımlılık beklentileri karşılanmadığı için terapistine -bilinçli yada bilinçdışı- öfke duyabilir ve dışarıda gereksiz sevgi ilişkilerine yönelebilir. Bu tür davranışlara “eyleme vurum” adı verilir ve bunlar terapi sırasında da gözlenebilir. Hastanın terapiste karşı sevgisi, cinsel eğilimleri ve düşlemleri, öfke ve kızgınlıkları, eylemle değil konuşma ile açığa vurulacaktır. Hasta terapiste sarılmak, öpmek ya da saldırıp vurmak isteyebilir. Genelde hastalarıyla başta kesin sınır çizebilen deneyimli terapistler böyle durumlarla nadir karşılaşırlar. Bu noktada en önemli tavır terapistin hastayı yargılamaması, onu küçük görmemesi, alay etmemesi ve hastayı bırakmamasıdır. Hasta da bu tip bir terapiste bağlanarak sürecini devam ettirir. Sonuçta danışanın eyleme vurum istek ve girişimleri yatışır.

Bir hastanın terapistine bağlanmasının, onu sevmesinin, ona kızmasının çok zaman bilinçli bir yanı vardır. Ancak aktarım bilinçli ya da bilinçdışı olabilir. Hasta bu duygularının farkına varsa bile bunlar hakkında konuşmayabilir.

Çoğu kez çeşitli savunma yolları kullanarak bu duygularını tanımaz ve kabullenmez. Asıl bilinç dışı olan nokta hastanın terapiste karşı duygu ve tutumları ile kendi çocukluk yaşantıları arasındaki bağdır. Hasta bugün terapistine dayanıyor ve ona sevgi, öfke duyguları duyuyorsa, bu duyguların çocukluktaki kaynaklarını hemen tanıyamaz. Aradaki bağların gösterilmesi aktarımın yorumu ile olur.

Aktarım tepkilerinin yoğunluğu ve aşırılığı genellikle önemli çocukluk ilişkilerinin yoğunluğunu ve aşırılığını gösterir. Hastanın kişilik yapısı çok fazla çocukluk karmaşalarını ve çatışmalarını içeriyorsa aktarım tepkileri de yoğun ve aşırı olabilir.

Ancak şu da var ki; hastanın terapiste karşı olan her duygusu ve tepkisi aktarım olarak nitelendirilemez. Her ilişkide biraz gerçek payı bulunabilir. Terapi sürecinde gerçeğe dayalı tepki ve duyguların da olabileceğini bilmek ve bunları kabullenmek önemlidir. Örneğin terapisti tarafından elde olmayan nedenlerle çok bekletmiş hasta ona öfke duyabilir. Bu noktada diğer tüm ilişkilerde olduğu gibi özür dilendikten sonra danışanın öfkesinin yatışması beklenmelidir. Bu gerçeğe dayalı bir tepkidir. Ama hasta bunu kendisine yönelik ilgi eksikliği, değer verilmeme, sevilmeme gibi görür ve öfkesini sürdürürse (konuşmama, surat asma vb.) o zaman gerçek durumun ötesinde bir aktarım tepkisi düşünülebilir.

Aktarım belirtilerini ve yorumlama yöntemlerini iyi bilen bir psikoterapist için kendisinin ya da hastasının kadın ya da erkek, genç ya da yaşlı oluşu genellikle bir sorun oluşturmaz. Olası sorun belirtilerini de önceden algılayıp bunları çözmesini bilir. Özetle; psikoterapistin bu konuda iyi bir eğitim görmüş olması çok önemlidir.

Karşı aktarım konusu da terapi sürecinin oldukça önemli diğer parçasıdır. Aynı biçimde, terapistin de çocukluk çağındaki önemli kişilerle olan ilişkilerinden kaynaklanan ve hastaya yöneltilen tepkileri olabilir. Buna karşı aktarım denir. Ancak karşı aktarım, hastanın aktarım tepkilerine karşı geliştirilen bir tepki değildir. Hastanın aktarımı belki terapistin karşı aktarım tepkilerini kamçılayabilir. Ama kökeni bunlarla ilgili olmayıp kendi çocukluk yaşamı ve çözülmemiş çocuksu duygu, çatışma ve beklentilerle ilgilidir.

Karşı aktarım tepkileri de, danışanın aktarım tepkilerinde olduğu gibi, yersiz, aşırı ve akıl dışıdır.

Terapist aktarım tepkilerini nasıl tanımak ve incelemek zorunda ise kendi karşı aktarım tepkilerini de tanımak, kaynaklarını araştırmak ve bunları denetim altında tutmak zorundadır. Karşı aktarım terapiste, karşısındaki kişinin gelişimi hakkında değerli bir geri bildirim sağlayabilir. Terapistin yoğun karşı aktarımı ve bunun sürmesi genellikle terapiyi olumsuz yönde etkileyebilir.

Ancak şu da unutulmamalıdır ki; psikoterapist de bir insandır ve onun da çocukluğundan süregelen bilinçdışı sorunları olabilir. İşte bu tür durumlar karşı aktarım tepkilerine yol açabilir. Terapistin bunları tanıması ve bunlar üzerinde bir öz denetim kurabilmesi oldukça önemlidir. Terapistin hiçbir düşüncesi, görüşü, davranışı, tutumu, inancı, kanaati ve değer yargısı bu süreci engelleyecek şekilde olmamalıdır. Aksine terapist tüm düşünce, dürtü ve duygularını rahatlıkla ifade edebileceği bir serbest alan yaratabilmeli, hasta ile ilişkisini terapi alanı dışına taşırmamalıdır (Özakkaş, T., 2017, s: 292).

Karşı aktarım belirtileri aktarım belirtileri gibi yaşanabilir. Terapist randevusunu unutabilir, hastasına gereksiz yere kızabilir, ona aşırı ilgi ve sempati duyabilir, aşık olabilir, hastasının konuştuklarını anlamak ve dinlemek yerine kendisi konuşur, hastayı kendisine bir dert ortağı yapabilir. Ona aşırı bağlı olabilir ya da hastasına alaycı, incitici, kırıcı sözler söyleyebilir. Gereksiz tartışmalara girebilir ve gereksiz yere yatıştırıcı sözler söyleyebilir. Başka terapistleri çekiştirebilir, görüşmede uykusu gelebilir ve esneyebilir. Bütün bunlar incelendiğinde görülür ki terapist hastasını sanki bir kardeş, otoriter bir baba, bağımlılığını doyuramadığı bir anne vb. gibi görmekte ve farkına varmadan böyle tepkileri olmaktadır. Örneğin mağdur rolü oynamaya meyilli bir annesi olan bir terapist, benzer şekilde davranan bir hastasına karşı son derece güçlü olumsuz tepkiler duyabilir (Safran., J., 2014, s: 91).

Karşı aktarım tepkileri terapinin önünde bir engel oluşturabilir. Hastanın terapisti ile işbirliği yaparak zihnin en derin katmanlarının, yıkıcı itkilerin ve zulmedilme kaygısının analizine imkan vermesi bile, bir noktaya kadar, terapisti tatmin etme ve ondan sevgi görme arzusundan kaynaklanıyor olabilir. Durumu iyi gözlemleyen terapist, bu türden arzuların çocukluktaki köklerini ele alıp onları analiz etmelidir. Ancak bunun yerine hastasıyla özdeşim kurmaya kalkarsa, danışanın başlangıç evresindeki güven ihtiyacı terapistin karşı aktarımı ve dolayısıyla tekniği üzerinde şiddetli bir etki yaratabilir (Klein, M., 2016, s:75).

Psikoterapi sürecinde sorun yaşanmaması için öncelikle terapistin kendi karşı aktarımları üzerine derinlemesine çalışması ve onları analiz etmesi gerekir. Yani önemli olan terapistin karşıt aktarımın varlığını kabul edip onunla baş etmeye çalışmasıdır. Çünkü hiçbir terapist komplekslerinin ve içsel direncinin müsaade ettiğinden daha öteye gidemez. Terapist sürekli olarak kendi davranışını ve duygusal tepkilerini takip etmeli ve danışanın bu tür tepkilerine neden olacak ne yapmış olabileceğini sorgulamalıdır (Sommers-Flanagan, j., ve Sommers-Flanagan, R., 2014, s:181).

Karşı aktarımın bir diğer şekli de, pasif karşı aktarımdır. Burada bilinçsizce ortaya çıkan bir durum söz konusudur ve bu durum hastaya çok zarar verebilir. Olumlu karşı aktarımda; terapist kendini sosyal vicdanı olan örnek bir kişi olarak davranmaya zorladığında ve kendini bu konuda heveslendirdiğinde ortaya çıkar. Herhangi bir nedenle ortaya çıkan olumlu karşı aktarım kişinin iyileşme sürecine yardımcı olacaktır. Çünkü bu özellikler kişinin yararınadır.

Terapistin kendi olumsuz düşüncelerini ve hislerini yansıtması, olumsuz karşı aktarımın ortaya çıkmasına neden olur. Olumsuz karşı aktarımın oluşmasının nedenlerinden biri, kişinin problemlerinin terapistin kendi çocukluk travmalarını harekete geçirmesidir. Bu nedenle olumsuz bir karşı aktarım hastanın tedavisine zarar verebilir. Terapistin hastasına ebeveyn gibi davranması, en sık görülen olumsuz karşı aktarım biçimidir. Hastanın direncine sabır göstermemek, geçmişi hakkında fazlaca merak duymak ve hastaya gereksiz sorular sormak, olumsuz karşı aktarıma örnektir.

Yüksek düzeyde özfarkındalığa sahip olup daha az karşıt aktarım sergilemek, iyi terapistin özelliklerindendir. Bilimsel araştırmalar iyi terapistlerin yüksek düzeyde özfarkındalığa sahip olduğuna ve daha az karşıt-aktarım sergileyebileceğine işaret etmektedir (Sommers-Flanagan, j., ve Sommers-Flanagan, R., 2014, s:181). Kendini iyi irdelemiş bir terapist, danışanın terapi ortamı dışındaki davranışlarını da öngörebilir. Terapist sürekli olarak kendi davranışını ve duygusal tepkilerini takip etmeli ve danışanın bu tür tepkilere neden olacak neler yapmış olabileceğini sorgulamalıdır.

İstendik biçimde uyumlu karşı aktarım kurulduğunda terapist hastanın yaşadığı dirençlerin farkına varır. Uyumlu karşı aktarım her terapist için ideal ve yaşanması arzu edilen bir durumdur. Yüksek düzeyde ilgi ve empati içerir. Açıklık ve doğallık temellidir. Böyle bir süreçte terapist esnek yaklaşımlarda bulunur.

Tamamlayıcı karşı aktarım da olumlu yönde oluşan karşı aktarım biçimidir. Terapist hastanın çocukluktaki heveslerini, taleplerini ortaya çıkarmak için, kasıtlı bir şekilde ebeveyn gibi davranır. Terapist bu durumda kendi içsel ihtiyaçlarını gözetmiyor hastasının aydınlanmasını sağlayacak ortamı oluşturuyordur.

Psikoterapideki ilişki hiçbir zaman tek yönlü değildir. İletişim karşılıklıdır. Ancak terapist iyi eğitim görmüşse ve bu konularda bilinçlenmişse kendi duygu ve tepkilerini tartar ve bunları olumlu bir ilişkinin gelişmesi için kullanır. Kendi duygu ve tepkileriyle bilinçsizce sürüklenen kişi psikoterapi yapmamalıdır.